Dizi Film Reçeteleri

THE FATHER

ADI : The Father
OYUNCULAR : Anthony Hopkins, Olivia Colman, Mark Gatiss, Olivia Williams
YAPIM YILI : 2020
TÜR : Dram
KİMLER İÇİN : Yaşlılığın beraberinde getirdiği bazı kaçınılmaz sorunlara ışık tutan çarpıcı bir film izlemek isteyenlere ve mükemmel oyunculuklara sahip bir sinema harikasının içinde kaybolmak isteyenlere şiddetle tavsiye edilir.
PUANIM : 9/10

Zihnimizi Karıncalandıran Duygu Yüklü Bir Başyapıt: The Father

Yüksek ihtimalle, The Godfather’ın ardından adını altın harflerle sinema tarihine yazdıracak yeni bir “baba” filmimiz oldu. The Father, izleyenlerini esir aldığı muhteşem ama aynı zamanda rahatsız edici gerçekliğiyle büyük alkış topladı izleyenlerinden. Ve bu gerçekliği katbekat arttıran Anthony Hopkins ve Olivia Colman da keza öyle. Demans hastası bir adamın kızıyla olan yoğun bağını, sevgi dolu ilişkisini ve aynı zamanda yaşadığı yoğun kafa karışıklığını anlatıyor filmimiz. Yaşlılığın yan etkilerini buram buram hissedebileceğiniz, sahici baba-kız ilişkisiyle yüreğinize dokunan ve bir demans hastasının zihninde kaybolacağınız çarpıcı bir hikaye esasında.

Öncelikle filmin nasıl büyük bir istekle yazıldığı, oynandığı, çekildiği çok belli. Hem yönetmen Florian Zeller’in hem de Anthony Hopkins’in filme duyduğu derin sevgiyi hissedebiliyoruz her an. Olivia Colman’ın da filme olan katkısı epey fazla, kendisinin büyük hayranıyım (sayfalarca övebilirim). Yani demem o ki, ortaya çıkan iş kesinlikle başarılı bir ekip çalışması. Bu kadar beğenilmesinin başlıca nedenlerinden biri bu herhalde. Florian Zeller, 2012’de sahnelenmeye başlayan Le Père isimli oyununu uzun metraj filme çevirme fikrine 2017 yılında kapılmış aslında. Ve başrol için kesin olarak Anthony Hopkins’i istemiş, başka kimsenin bu baba rolünü oynamasını istememiş. Daha sonra, 3 yıl boyunca Hopkins’in programının uygun olmasını beklemiş. Ve kesinlikle beklediğine değmiş diyebiliriz. Büyük bir Hopkins hayranı olan Zeller, filmin çekimleri boyunca sık sık Hopkins’in fikrini almış, birlikte geliştirmişler bazı sahneleri. İzleyenler hatırlar, filmin girişinde Georges Bizet’in The Pearl Fishers’ından bir arya tüm asaletiyle bizi karşılıyordu. İşte bu müzik Hopkins’in en sevdiği parçalardan biriymiş ve bir anısı varmış. Hopkins, ilk kez 30 yaşındayken oynadığı bir oyunda duymuş bu parçayı ve duyar duymaz vurulmuş. Bunu Zeller’a anlatmış ve Zeller da hemen baş köşeye oturtmuş bu klasiği. Yani Zeller, “hep bu müzikle bir film yapmayı hayal etmişimdir” diyen Hopkins’in hayalini gerçekleştirmiş; Hopkins de onun filminde yer alarak Zeller’ınkini. Bu yetenekli ve tutkulu ikiliye Colman’ın da naif, sevecen ve güçlü oyunculuğu eşlik edince ortaya bir klasik çıkmış tabi.

THE FATHER film sahneleri

Son zamanlarda izlediğim en etkileyici film olan The Father, şu ana kadar verilen önemli ödüllerden eli boş döndü nerdeyse. Anthony Hopkins, en iyi erkek oyuncu kategorisinde yarışa dahil oldu. Bu kategoride, geçtiğimiz sene zamansız bir şekilde kaybettiğimiz Chadwick Boseman’a gitti şu ana kadar verilen tüm ödüller. Boseman’a saygım ve sevgim sonsuz, yani bu konuda bir itirazım yok. Ama en azından senaryo kısmında bence epey “underrated” kaldı The Father. Bu seneki en iyi film Oscar adaylığı alan tüm filmleri izlemiş biri olarak, ben ödülümü The Father’a verirdim. Ama Nomadland, tam akademinin sevdiği türden bir “bağımsız” film olarak adaylar arasında büyük avantaja sahip ki büyük ihtimalle ödülü de o kazanacak. Böyle yazınca Nomadland’ı beğenmemişim gibi oldu. Hayır, onu da çok sevmiştim ama The Father beni benden aldı gerçekten. Daha fazla uzatmadan spoiler’lı incelemesine geçeyim en iyisi.

Buralar biraz spoiler…

Aslında her şey “normal” bir şekilde başlıyor. Huysuz ama tatlı babasıyla ilgilenmeye çalışan kızının peşine takılıp içinden bir türlü çıkamayacağımız evimize giriş yapıyoruz. Anlamaya çalışıyoruz aralarındaki ilişkiyi. Bakıcısının işi bırakmasına neden olan Anthony için endişeleniyor kızı Anne. Anne’in hissettiği her bir endişeyi, korkuyu, sempatiyi, sevgiyi harika bir şekilde geçiriyor bize Colman. Babasının yaşadığı bazı yürek parçalayan anlarında yutkunması, gözlerinden akan yaşlara engel olmaya çalışması o kadar gerçek ki. Sanırım demans hastası kişilerin çocukları/bakıcıları için tetikleyici bazı sahneler içerebilir o açıdan. Neyse, biz Anthony’e dönelim. Filmin sonuna kadar sürecek olan saat muhabbeti başlıyor Anne ile arasında. Kolunda olduğundan emin olduğu ama bir türlü orada bulamadığı saatini soruyor Anthony. Bence bu saat meselesi hem yaşanan zaman/mekan karışıklığının çok sağlam bir metaforu hem de film boyunca bizim de ilgimizin kaydığı, merak uyandıran bir detay. İşte bu saatle başlayan zihin bulanıklığı filmin her sahnesinde daha da artıyor, bizim de kafamızı allak bullak ediyor.

THE FATHER film sahneleri

Anthony kimin evinde, sürekli bahsettiği diğer kızı nerede, sabah mı akşam mı, hangi gündeyiz, kaç gün geçti gibi sorularla cebelleşiyoruz sürekli. Başta Anthony’nin zihninde kayboluyoruz derken ciddiydim yani. Ve çekimin tek mekanda gerçekleştirilmesi bize hiç de yardımcı olmuyor bu konuda. Bir yandan Anthony’nin bu hali için üzülmeye başlarken diğer yanda Anne’yi de anlamaya çalışıyoruz. Bir evlat için en zor durumlardan biriyle karşı karşıya olan kendi halindeki bu kadını da anlatmayı es geçmemiş Zeller. Babasına bakmak konusunda hissettiği sorumluluk altında ezilen, bu duruma bir çare bulmaya çalışan ama bir yandan da kendi hayatını inşa etmeye çabalayan Anne’nin de durumu hiç kolay değil. Bu arada Anne’nin sevgilisi Paul da Anne’nin bu durumu bir an önce çözmesi için (sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi) baskı yapıyor sürekli. Belli ki her geçen gün artan semptomlarıyla baş etmeye çalışan Anthony, Paul’un hiç umrunda değil. Kalbimizi sıkıştıran tokat sahnesine gelene kadar bundan iyice emin oluyoruz. Anne ise, sevgilisi ve babası arasında kaldıkça sabrı iyice tükeniyor, bunalıyor, kalıcı bir çözüm arayışına giriyor. Paul’un ısrarlarına ve babasının gün geçtikçe daha da içinden çıkılamaz hale geldiği hastalığıyla daha fazla baş edemeyen Anne, Anthony’e evde bakamayacağını kabulleniyor. Sancılı geçen karar aşamasından sonra babasını bir bakım evine yerleştiriyor. Biz ise tüm huzursuzluğumuzla, kederimizle, yalnızlığımızla öylece Anthony’nin unutulmaz monologunu izliyoruz.

Anthony’nin en sondaki “annemin yanına gitmek istiyorum” çaresizliği sanırım daha uzun bir süre yakamı bırakmayacak. Filmi bitirmemle birlikte bu sahneyi de zihnimde bitirmek, unutmak istedim ama olmadı. Kimsenin böyle bir hastalıkla sınanmamasını ummaktan başka bir şey gelmiyor elden. Filmle ilgili aklımda kalan tek detay sondaki monolog değil tabii ki. Anne ve adını bilmediğimiz hemşirenin sahip olduğu tüm o şefkat ve anlayış, Anthony ile birlikte yakından deneyimlediğimiz yaşlılığın beraberinde getirdiği fiziksel/zihinsel değişimler gibi birçok duyguyla ve de gerçekle yüzleştirdi beni The Father. İkinci defa izleyebileceğimi sanmıyorum, tek seferde çaldı gönlümü, aklımı. Sanırım bu yazımın diğer yazılarımdan daha kısa olmasının sebebi de bu tam olarak. Üzerinden geçerken bile bazı acıtan detaylara tekrar maruz kalmaktan biraz kaçındım, affedin. Sonuçta herkesin izlemesini şiddetle tavsiye ettiğim The Father’dan bana kalanlar bunlar, izleyin izlettirin efendim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Fragman