PERSON OF INTEREST
ADI : Person Of Interest
OYUNCULAR : Michael Emerson, Jim Caviezel, Amy Acker, Sarah Shahi, Taraji P. Henson, Kevin Chapman
YAPIM YILI : 2011 - 2016
TÜR : Bilim Kurgu, Aksiyon, Suç, Dram
KİMLER İÇİN : Teknolojik bilim kurgu seven , suç dramları ve gizem dizilerine meraklı, heyecanlı bir yapay zeka hikayesi izlemek isteyenlere önerilir.
PUANIM : 9/10
Bir Bilim Kurgu Efsanesi: Person of Interest
Christopher Nolan ve Jonathan Nolan kardeşlerinin mutlaka bir filmini izlemişsinizdir ya da duymuşsunuzdur. Ortak birçok eserleri olsa da (Interstellar, The Dark Night,…) Jonathan Nolan abisinden dizi sektörüne verdiği başarılı yapıtlarla ayrılıyor.
İşte bu dizilerden biri olan Person of Interest şaheseri hakkında konuşalım biraz. 2011-2016 yılları arasında 5 sezon olarak yayınlanan bu eseri J.J. Abrams (Lost’un yaratıcısı) ile ortak yapmış Nolan. Aslında piyasadaki abuk sabuk dizilerin sezon sayılarını düşününce 5 sezon bu dizi için kısa geliyor. Zaten son sezonun da bölüm sayısı az tutulup biraz aceleye getirildi. Her türlü engele rağmen Nolan, yüksek IMDB puanınına sahip olan bir final sezonu yayınlamayı başardı (bir Lost vakasıyla karşılaşmadık çok şükür). Sadece final sezonu da değil yayınlanan 103 bölümden 71’i IMBD’de 9’un üzerinde puana sahip.
Başrollerinde Jim Caviezel, Michael Emerson, Taraji P. Henson, Kevin Chapman, Amy Acker, Sarah Shahi var (herkesi yazdım, hiçbirini ayırmadım). Dizinin konusu şöyle; Amerika hükümeti 11 Eylül olaylarından sonra olası tehditleri ve tehlikeli kişilerin planlarını gerçekleşmeden önce fark edip haber veren bir yapay zeka programı geliştirilmesini istiyor. Bilgisayarlar konusunda bir deha olan Harold Finch, ulusal tehditlerin yanı sıra sıradan kişilerin başına gelebilecek tehditleri de fark eden bir yapay zeka yaratıyor; Machine. Ama bu sıradan kişilerle işi yok hükümetin. Onları ‘alakasız’ olarak sınıflandırıyor. Vicdan sahibi milyarderimiz Finch, bu alakasız kişilere kayıtsız kalamıyor ve tehlikede olan bu insanları korumak için bazı suçlardan aranan eski bir CIA ajanı olan John Reese’i işe alıyor. Bu ikilinin bu insanları korumaya çalışmasını izliyoruz. Tabi olaylar büyüyor da büyüyor.
Sizinle, benim için yeri ayrı olan bu dizi hakkında küçük notlar ve yorumlar paylaşacağım. Klasik girişimizi yapalım.
İzleniyorsunuz. Devletin gizli bir sistemi var. Sizi günün her saati, her dakikası izleyen bir makine. Biliyorum, çünkü ben tasarladım. Makineyi terör olaylarını saptaması için tasarladım, ama makine her şeyi görüyor. Sıradan insanların bulaştığı vahşi suçları; sizin bizim gibi insanların bulaştığı, devletin “alakasız” olarak nitelendirdiği suçları. Onlar bu konuda bir şey yapmayacaklardı. Ben de kendim yapmaya karar verdim. Ama bir ortağa ihtiyacım vardı. Müdahale etme yetkisi olan birine. Yetkililer tarafından arandığımızdan gizli çalışıyoruz. Bizi asla bulamazsınız. Ama ister kurban ister fail olun, eğer numaranız varsa… biz sizi buluruz.
-Buralar Spoiler-
Harold Finch: Bizim zeki mi zeki, duygusal, ince düşünceli, cesur ve yetenekli ‘Father’ımız. Machine ile olan sohbetlerinden, ona verdiği derslerden hepimiz bir şeyler öğrendik sanki. John ile olan dostluğu, Grace ile yaşayamadıkları aşkı ve hayranlık duyulası insan üstü zekasıyla oldukça sevilen ve unutulmaz bir ikonik karakter oldu. J.J. Abrams’ın Lost’ta da beraber çalıştığı Michael Emerson’un bunda payı büyük tabi. Finalde kısmen mutlu sona (Reese’siz bir son benim için mutlu değildir) kavuşan ender karakterlerden. Bu pamuk gibi adamı da çıldırttılar ya sonunda ne diyeyim size. Neyse severiz sayarız seni Mr. Finch.
Finch’in nişanlısını canlandıran Carrie Preston gerçekte Michael Emerson’un eşi. Bunu çoğu kişi biliyordur.
Finch karakterinin kimliğini gizleme amacıyla sık sık takma ad kullandığını görüyoruz. Bu takma adlar genelde Harold ismine Crane, Crow, Quail, Gull, Swift Starling ve Bay Partridge gibi kuş türlerinin eklenmesiyle tamamlanıyor. Arthur Bellenger, Thomas Paine gibi kuşlarla ilgisi olmayan isimler de kullanmış tabi. Mesela 2. Sezonda Reese’in sorgusu sırasında da Howard French gibi Harold Finch’e fonetik olarak benzer bir takma isim kullanmıştır (yine kuşsuz). 3. sezon, 21. bölüm Beta’da nişanlısı Grace’in ziyaret ettiği mezar taşında Harold Martin yazıyor. İlk bakışta bu kuşla ilgili bir isim gibi görünmese de aslında öyle. Martin bizde Kırlangıç olarak bilinen kuş türü. Kuzey Amerika’da çok yaygın bir kuş olan Purple Martin(Mor Kırlangıç), Güney ve Orta Amerika’dan Grey-breasted Martin(Gri Göğüslü Kırlangıç) ve daha başka dünya çapında birçok Martin türü varmış.
Dizide rol gereği topallayarak yürüyen Michael Emerson bu konuda şöyle demiş; “Topallamak bir süreden sonra benim için bir refleks haline geldi, topallamadığım flashback sahnelerini çekerken daha çok zorlandım. Bana kayıt dedikleri zaman hemen topallamaya başlıyordum.” Canım benim.
John Reese: Pelerinsiz ama takım elbiseli kahramanımız. Kendisiyle metroda yıkık bir haldeyken tanıştık ama 5. Sezon sonunda gözümüzde ve gönlümüzde öyle bir yerdeydi ki. Eski bir CIA ajanı olan John’u, hayattan vazgeçmek üzereyken Finch’in ona sunduğu tekliften başka bir şey kolay kolay hayata geri döndürmezdi diye düşünüyorum. İnsanlara yardım etmediği bir işe uymuyor adamın profili. Machine bile kimliğini gizlediğinde polis yaptı Reese’i öyle bir adam. Aşkta hiç yüzü gülmeyen cefakar Reese’imize daha güzel bir sonla veda etmek isterdim (en azından yaşadığı). Her ne kadar finalde biz üzülmeyelim diye Reese’in de istediği buymuş gibi bir hava yaratılsa da (kahraman olarak ölmek) bütün iyileri öldürmene gerek yoktu sevgili Nolan, bizi ağlattığına değdi mi söyle? (eski sevgili tribi attım koskoca Jonathan Nolan’a). Sen de hiçbir zaman unutulmayacaksın koca yürekli Reese.
Reese’e hayat veren James Patrick “Jim” Caviezel, 5 çocuklu tutucu Katolik bir aileye doğmuş. Kendisi de oldukça koyu bir Katolik. 21 yaşına kadar aklında oyunculuk yokmuş hiç hatta basketbolcu olmak istemiş. Birkaç takıma girme girişimi kısa olduğu gerekçesiyle sonuçsuz kalmış. Böyle yazınca boyu 1.60 gibi oldu ama 1.87 boyunda. Zaten ayağından da sakatlanınca kısa sürmüş bu macerası (aklıma Kıvanç Tatlıtuğ geldi).
Kendi çapında ortamlarda taklitler yaparken yeteneği hakkında aldığı övgüler sonucu gaza gelmiş ve Neil Simon’un Come Blow Your Horn oyununun seçmelerine katılmış. Burada sergilediği performans beğenilmiş ve bunun sonucunda kariyer planını oyunculuk üzerine yapmaya karar vermiş.
Başta Katolik olduğunu söylemiştim. Bu nedenle High Crimes’da Ashley Judd’la ve Angel Eyes’da Jennifer Lopez’le olan sevişme sahnelerinde oynamayı reddetmiş.
The Passion of The Christ’da, Jesus Christ’ı oynamayı ne kadar istediğini tahmin edebiliyoruz artık. Bu filmde enteresan şeyler gelmiş başına. Jesus Christ (J.C.) ile aynı isim kısaltmasına sahip Jim Caviezel (J.C.) ve bu film çekilirken Jesus Christ’ın çarmıha gerildiği yaşta yani 33 yaşındaymış. Çekimler sırasında omzu çıkmış ve yıldırım çarpmış kendisine ayrıca. Resmen yaşamış rolü.
Gizemli kahramanımız John Reese’e Mr.Reese olarak sesleniyoruz genelde. Bunun bir anlamı varmış. Nolan’ın The Dark Night’ın yazar ekibinde olduğunu biliyoruz. Buradaki The Riddler’a yani Edward Nygma isimli bulmacalar yapan bir karaktere bir göndermeymiş bu kısaltma. Şöyle ki E.Nygma olarak okuduğumuzda Enigma oluyor (Enigma, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası tarafından gizli mesajların şifrelenmesi ve tekrar çözülmesi amacı ile kullanılan bir şifre makinesidir). Mr. Reese’i okuduğumuzda da ing. Mysterious (gizemli) gibi bir ses çıkıyor.
Reese rolü için önce Kyle Chandler’e teklif gitmiş ama kendisi reddetmiş. İyi ki de etmiş bence.
John Reese ‘in genelde 9mm’lik Sig Sauer P226 silahını taşıdığını görüyoruz. Reese’in askeri siciline bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri Özel Kuvvetleri tarafından tercih edilen silahlardan biri olduğu için mantıklıymış bu tercihi.
Sameen Shaw: Kendisini koca bir buzdağı olarak tanımış olsak da Poi bizim kadar onun da buzlarını eritti. Umursamaz, acımasız, korkunç bir sosyopattan insanlara değer veren, onları kurtarmak için hayatını feda etmeye hazır bir Machine fedaisine dönüştü Shaw. Kendisini canlandıran Sarah Shahi Shaw’ın tam tersi bir insan. Bu nedenle ilk başlarda oyunculuğu fazla donuk ve düz olsa da zamanla oturdu karaktere (zaten Shaw da donuk bir insan çok da sırıtmadı o nedenle). Bağımsız ve tek tabanca hallerini izlemek de zevkliydi ama ekibe katılınca, insanlarda olan diyalogları arttıkça daha çok sevildi. Diziyi Root’la bitirmesini isterdim bir diğer çilekeş karakterimiz olan Shaw’ın.
Sameen Shaw karakteri dizide kalıcı mı olsa geçici mi olsa kararsız kalmış yapım ekibi. Ancak izleyiciler tarafından sevilince ve yapımcılar Sarah Shahi’nin performansından memnun kalınca kalıcı olarak devam etmişler. Ne de güzel yapmışlar.
Biliyorsunuz Shaw 4. Sezonun efsane bir bölümü olan 11. Bölümde yani If-Then-Else’de geçici olarak çıkıyor diziden. Bunun sebebi de Sarah Shahi’nin hamileliği. Zaten dikkat ederseniz bu bölümde biraz karnı belli oluyor, hep bol bir montla dolaşıyor. İkizlerini doğurduktan sonra geri dönüyor diziye. Burada Shaw neden birden çıktı ne alaka diyenler olmuştur çünkü önemli bölümlerdi Samaritan-Machine savaşı açısından.
Sarah Shahi rol arkadaşı Amy Acker ile aynı üniversiteye gitmiş; Southern Methodist Üniversitesi.
Samantha Groves / Root: Diziye saplantılı, psikopatvari bir şekilde giriş yapmış olsa da güzel bir karakter gelişimiyle sevilen bir karaktere dönüştü Root. Dizinin en feminist karakteri olan Root başından beri Machine’in değerini gören ve ona inanan biri. 3. Sezonda Carter’ın diziden çıkmasıyla rolü arttı. 3. Sezon 17. bölüm, Root Path benim en sevdiğim bölümlerden biridir. İnandığı ve sevdiği kişiler/amaçlar uğruna kendini feda eden bir diğer kahramanımız Root’un sonu konusunda da dargın ve kızgınım. 100. bölümde çok sevdiği ve hayranlık duyduğu Finch’i korumak için kurşunların önüne atladı Root’umuz. O güzel tespitlerin ve güzel sesinle hep bizimlesin.
Root’u canlandıran Amy Acker’ın kocası James Carpinello’yu kendisinden önce izliyoruz dizide. Joey Durban karakterine hayat veren Carpinello’yu bir dizinin başında ve bir de sonunda olmak üzere 2 bölümde görüyoruz.
İlk göründüğü bölüm olan 1. Sezon 23. Bölümde bir psikoterapist kimliğine bürünüyor Root. Takma isim olarak da Caroline Turing’i seçiyor. Bu soyad ilk modern bilgisayarın mucidi Alan Turing’ten referans alınmış.
Amy Acker Root karakterinin öleceğini 5. Sezon çekimleri başlamadan, San Diego Comic-Con’undan önceki gün öğrenmiş. Bunu sır olarak saklamanın kendisi için çok zor olduğunu söylüyor. Root ölecek ama sen yine de dizinin bir parçası olacaksın, Tanrı’ya dönüşüyorsun demişler.
Joss Carter: Kendisini Poi’de gördüğüm ilk andan beri seviyorum. Sıradan bir polis karakterinden çok daha fazlasıydı. John ile aralarında yaşanacak ilişkiyi keşke izleyebilseydik (Caviezel mutlu musun?). Bu adalet timsali, onurlu, zeki ve vicdanlı dedektife hayat veren Taraji P. Henson burada kesinlikle çok iyi bir iş çıkardı, hayranlıkla izliyorum hala kendisini. Carter’ın diziden çıkmasıyla dizinin gidişatı epey değişiyor. Finch ve Reese’in uzanabildiği suç çemberi büyüyor ve işler daha karanlık bir hale geliyor. Carter’ı son sezonda Samaritan’a karşı verilen mücadelede görmeyi çok isterdim, yokluğun kesinlikle hissedildi dedektif.
Carter karakterini diziden çıkarma gibi bir düşünceleri yokmuş yapımcıların. Taraji P. Henson ayrılmak istemiş. Yıllar sonra verdiği röportajda bunun nedeni şöyle açıklıyor ; “Daha önce bir diziden ayrılmak zorunda kaldım. O zamana kadar hayatımda görmediğim kadar para kazanmamı sağlıyordu ama çok mutsuz bir haldeydim. Sevincimi çalıyordu. Tanrı’ya dua ettiğimi hatırlıyorum. Tanrım, yaratıcılık açısından hiç mutlu değildim.” Tükenmişlik sendromu gibi bir şey yaşamış herhalde. Kendi kararı saygı duymak gerek ama Carter hayranlarının gözü yaşlı kaldı Taraji.
Lionel Fusco: Yine kötü başlayıp iyi devam eden bir karakter. Kirli polislerin arasındayken Reese’den yediği ayar ve Carter korkusuyla mecburen taraf değiştiren Fusco, zamanla bizim rüya takımızın bir parçası haline geldi. Zaman zaman gıcık olsak da onu da sevdik, bağrımıza bastık. Ben özellikle Shaw’la olan diyaloglarını izlemeyi seviyorum kendisinin.
Fusco’yu canlandıran Kevin Chapman, Reese ve Finch dışında her bölümde görünen tek karakter.
Person of Interest bu harika ana oyuncuların yanı sıra her bölüm birer ikişer tanıtılan birçok sevilen yan rollere de sahip. Carl Elias, Zoe Morgan, John Greer ve daha nicesi. Elias’ın ya da Zoey’in geldiği bölümlerde sevinmeyen var mıdır, sanmam.
Carl Elias karakteri, Sherlock Holmes’un düşmanı Profesör Moriarty ile benzer özellikleri taşıyor; her iki adam da kibar okul öğretmenleri kılığına girerken, gizlice gölgelerdeki bir suç imparatorluğunu yönetiyorlar. Ayrıca Holmes ve Watson, Finch ve Reese ile sürekli gizem çözmeleri ve birbirleriyle tatlı bir atışma içinde olmaları sebebiyle benziyor. Profesör Moriarty’in bir sağ kolu var; Colonel Moran. Carl Elias’ın da hem çocukluk arkadaşı hem muhasebecisi olan bir adamı vardı hatılarsanız; Bruce Moran.
Gönderme yapmayı çok seven Nolan yine dizide Monte Cristo Kontu’na da birkaç selam çakmış. Filminde Jim Caviezel’in oynadığı bu eserdeki bir karakter olan Edmond Dantes’la Elias’ın benzer bir arka hikayesi var. Şöyle ki o da yakın biri tarafından ihanete uğramış, hapse atılmış ve öldüğü düşünülmüş. Daha sonra özgürlüğüne kavuşunca ise bunları yaşatanlardan intikam almak için bir plan yapıyor ve şehrin güçlü mafyalarına kafa tutar hale geliyor.
Dizinin introsunda Harold Finch’in sesinden bir açılış konuşması dinliyoruz. Bu girişte, “…kurban veya fail, eğer numaranız varsa, biz sizi buluruz.” dediği noktada o bölümle ilgili bir ya da iki sahne gösteriliyor.
Yine bu giriş konuşmasında ilk 3 sezonda “İzleniyorsunuz” deniyor. 4. Sezondan sonra ise (artık bizimkileri de izleyen bir Samaritan var) bu kısım “İzleniyoruz” olarak değişiyor.
Dizinin ikinci ve üçüncü sezonları arasında Edward Snowden isimli bir bilgisayar uzmanının yarattığı, dizinin kurgusal makinesine çok benzeyen terörist tehditleri tespit etmek için ABD vatandaşlarını gözetlemek üzere tasarlanmış bir hükümet programı olan PRISM hakkında ayrıntılar ortaya çıkmış. Bu benzerliğe daha sonra 3. Sezon 11. Bölüm Lethe’de atıfta bulunuluyor. Bölüm sonunda PRISM, The Machine’in bir yemi olarak listelenmiş.
Makine perspektifinden gösterilen kamera görüntülerinde, Makine o sırada izlediği kişilere renk kodlu kutular atıyor. Bunlardan beyaz kutular varsayılan ve en yaygın olanı, kırmızı köşeli beyaz kutular alakasız olan failleri tanımlıyor. Makineyi bilen kişiler sarı kutular içinde, sisteme tehdit olarak görülenler ise kırmızı kutuların içinde gösteriliyor. Daha sonra, Birincil Operasyonlar (alakalı olan sayılar) için mavi kutular ve Analog Arayüzü için sarı köşeli bir kara kutu görüyoruz.
Bize arkasında üzerine düşünülecek ve tekrar tekrar izlenilecek harika sahneler bırakan Person of Interest dizisi hakkında bulabildiğim ilginç bazı bilgileri paylaştım sizlerle (efsaneye saygı gibi bir şey oldu). Bu vesileyle dizi hakkında bir şeyler okumak, bazı bölümlerini tekrar izlemek benim için bir zevkti.
-Spoiler bitti-
Yayınlandığı dönemde insanlara çok karmaşık geldiği için (bunun neresi karmaşık vicdansızlar, Westworld’un hiç izlenmemesi gerekiyordu o zaman?) reytingleri düşen ve hak ettiği ilgiyi göremeyen bu enfes dizinin sağlam bir izleyici kitlesi vardı onu da belirteyim. Hatta bitmemesi için zamanında imza kampanyaları falan yapıldı. Sevenleri de deli seviyor yani (bakınız: ben).
İzlediğim en iyi bilim kurgu dizilerinden olan Person of Interest’i eğer hiç izlemediyseniz çok şanslınız hemen izleyin, izlediyseniz de açın bir bölüm ve tekrar izleyin derim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
“Herkes yalnız ölür. Ama biri için bir şeyler ifade ediyorsan, birine yardım ettiysen, ya da sevdiysen. Sadece bir kişi bile seni hatırlarsa. Belki de, hiç ölmezsin.”
Person of Interest