SENSE8
ADI : Sense8
OYUNCULAR : Doona Bae, Max Riemelt, Jamie Clayton, Brian J. Smith, Migual Angel Silvestre, Tuppence Middleton, Toby Onwumere, Tina Desai
YAPIM YILI : 2015 - 2018
TÜR : Gizem, Bilim Kurgu, Dram
KİMLER İÇİN : Wachowski bilim kurgusuna hayran, heyecanlı, sürükleyici ve cesur bir dizi arayan kimselere tavsiye edilir.
PUANIM : 8/10
Aksiyon ve Gizem Dolu, Özgür Bir Bilim Kurgu: Sense8
İkonik serileri Matrix ile bilim kurguda çağ atlatan Polanyalı yönetmen kardeşler Lana ve Lilly Wachowskiler’in kariyerlerinde sürrealist bir bakış açısı hakim oldu çoğunlukla. Wachowski kardeşlerin bize verdiği şahane eserler arasında The Matrix serisinin yanı sıra V for Vendatta, Cloud Atlas gibi filmler ve bu yazının konusu olan Sense8 dizisi var.
Sense8 dizisi konusu ve bu konuyu işleyiş biçimiyle benim en beğendiğim bilim kurgu dizilerinden biri. Kapısında kocaman “homofobikler giremez” yazan Sense8’in konusundan bahsedeyim. Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan, aynı gün ve anda doğan ama birbirlerini tanımayan 8 farklı kişinin ortak kaderini anlatıyor. Angel isimli bir kadın aynı anda doğan bu 8 kişiyi bir şekilde (bu şekli spoiler kısmında açıklayacağım) birbirlerine bağlıyor. Artık birbirlerinin duygularını, duyularını, hayatlarını hissedip görebiliyorlar. Angel’ın intihar etmesiyle, bu durumun peşine düşen ve yalnız olmadıklarını öğrenen bu 8 kişinin hayatı geri dönülmez bir şekilde değişiyor. Birbirinden farklı sorunları, hayatları, karakterleri olan bu 8 kişi zamanla tek bir amaç için yani yaşamak için bir mücadele vermeye başlıyorlar.
Kadrosu biraz uzun; Doona Bae, Max Riemelt, Jamie Clayton, Brian J. Smith, Miguel Ángel Silvestre, Tuppence Middleton, Aml Ameen (ilk sezon Capheus’u), Toby Onwumere (ikinci sezon Capheus’u), Tina Desai, Naveen Andrews.
Toplam 2 sezon 24 bölümü olan Sense8, zamansız gidişiyle hala hayranlarının kalbinde bir yaradır. 2. Sezonundan sonra dizinin iptalinin açıklanmasıyla dünyanın her yerinden hayranları isyan etti bu karara. Kampanyalarla, mektuplarla, protestolarla bir final bölümü koparmayı başardık. Israrlar üzerine sonu belirsiz kalan Sense8 için, 29 Haziran 2017 Perşembe günü Netflix, 2018’de iki saatlik final bölümü yayınlayacaklarını duyurdu. Her ne kadar aceleye getirilmiş olsa da güzel bir finalle veda ettiklerini düşünüyorum.
Diziye geçmeden önce Wachowski kardeşler hakkında bir şeyler söylemek isterim.
Hemşire ve ressam bir anneye, iş insanı bir babaya sahipler. Annelerinin kardeşi ise Emmy ödüllü aktör ve oyuncu Laurence Luckinbill imiş.
Eğitimlerini sinema için yarıda bırakıp kendilerini bu işe adamış ikisi de. Eserlerinde genelde gelecekle ilgili bilim kurgu fikirleri, toplumsal mesajlar, felsefe gibi konuları işliyorlar.
Ve 9 yıl arayla cinsiyet uyumlama ameliyatı olan kardeşlerden Lana Wachowski ilk transeksüel Hollywood yönetmeni olarak tarihe geçti. Başlarından geçen bu uyumlama süreçlerini ve de öncesinde yaşadıklarını eserlerine yansıtıyorlar ayrıca. Sense8 ise bunun kanlı canlı bir örneği. Dizinin içinde bol bol LGBTİ+ yani kuir karakter var. Hatta Will’i canlandıran Brian J. Smith’e göre tüm ana karakterleri panseksüel olarak yazmış Lana Wachowski (panseksüel yönelimi olan kişiler her türlü cinse karşı ilgi duyabilmektedir).
-SPOİLER GELİYOR-
Dizimize gelirsek. Dizi için uydurulmuş Homo sensorium türünden bahsedeyim. Dizi için uydurulmuş olduğunu özellikle belirttim çünkü insan bi “acaba?” diyor. Neyse, modern insanın yani Homo sapiensin evrimleşmiş bir varyantı olarak düşünebiliriz Homo sensorium türünü. Bu tür için daha çok ‘duyusal’ terimi kullanıyor dizide. Duyusal kelimesinin ise gerçek bir anlamı var. Duyularla ilişkilendirilen/kavranan anlamına geliyor. Uzun yıllardır duyusallar kümeler halinde doğuyorlar. Her küme sekiz kişiyi içeriyor. Her üye fiziksel olarak aynı gün ve aynı anda doğuyor ve daha sonra yaşamlarının bir bölümünde farklı bir kümeden birinden, duyusal olarak tekrar doğuyorlar. Duyusal olarak doğduktan sonra ise küme üyeleri birbirlerini ziyaret edebiliyor ve de paylaşım yapabiliyorlar (8 kişi ortak bir zihni paylaşıyorlar diyebiliriz). Bu paylaşım sonucunda da birbirlerinin becerilerine ve bilgilerine erişebiliyorlar. Farklı kümeler arası da ziyaret olabiliyor ancak bir şartla. Bir duyusal başka bir duyusalla göz göze gelirse o andan itibaren onu ziyaret edebiliyor yani onun bulunduğu yere zihnen gidebiliyor. İşte bu duyusallar Homo sapiens türü tarafından avlanıp yok edilmeye çalışılıyor. Çünkü Homo sapiensler şaşırtmayan bir şekilde kendilerinden farklı olandan korkuyorlar. Homo sensoriumların birleşip modern insanı yok edeceğine, onlar üzerinde üstünlük kurmaya çalışacaklarına inanıyorlar (tabi tüm insanlar değil bir kısmı). Tarihimizde, modern insanın Neandertal ırkını yok ettiğini hatırlarsak aslında hikayenin bu yönünün gerçekçi olduğunu bile söyleyebiliriz.
1952 yılında kurulan Biologic Preservation Organization-Biyolojik Koruma Organizasyonu (BPO), Homo sensoriumları koruma amacıyla kuruluyor. 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırısından sonra ise insanlarda yayılan korku ve paranoya sonucunda, duyusallar da tehdit olarak görülmeye başlıyor. Örgüt artık duyusalları avlayıp yok etme ya da asimile etme amacıyla hareket ediyor. Bazı duyusalların da bu örgüt için çalıştığını görüyoruz zaman zaman. Kimisi gerçekten kendi türüne ihanet ediyor kimisi de örgütün gerçek kurulma amacına hizmet ettiğini sanıyor. Oldukça iyi korunan, birçok devlet tarafından finansal olarak desteklenen bu örgüt genetik mutasyonları inceliyor temelde. Bir duyusal yakaladıklarında da ya denek olarak kullanıyorlar (lobotomi yapıp kukla olarak kullanıyorlar vs) ya da öldürüyorlar. Yıllardır bu örgütten köşe bucak saklanıyor duyusallar. Bizim izlediğimiz kümenin de yolu BPO ile kesişiyor tabi. Ve sonunda bu anlamsız ve haksız savaştan galip çıkan duyusallar oluyor. Bu kısa fantastik tarih dersinden sonra karakterlerimize geçelim hadi.
Will: 7 Kasım 2019’da (niye tam tarih verdiğimi bilmiyorum) gay olduğunu açıklayan aktris Brian J. Smith tarafından canlandırılan Will için kümenin lideri diyebiliriz. Polis olmasının da etkisiyle kümenin asayişinden sorumlu, buzlar kraliçesi Riley’ın sevdiceği, zeki mi zeki bir arkadaş kendisi. Jonas’la kurduğu temas sebebiyle birçok şeyi ilk olarak Will öğrendi biz de onunla birlikte öğrendik. 2. Sezonda Whispers yüzünden eroinman olsa da uyanık olduğu zamanlarda elinden geleni yaptı aslan parçası. Chicago Polis Departmanı kaybetti, sen değil. Bunu asla unutma…
Riley: İzlandalı DJ Riley sayesinde arada dağ havası alıp geldik, güzel İzlanda manzaraları gördük, dans ettik. Tuppence’nin sempatikliği olmasa pek sevemeyebilirdim. Çevresi ve bağlantılarıyla kümeye katkı sağladı Riley de. Hakkında söyleyecek çok fazla şeyim yok açıkçası.
Sun: Kümede en sevdiğim iki kişiden biri. Güney Kore’de açan çiçeğimiz Sun, nefret edilesi aile üyelerine sahip bir dövüş sanatları ustası. Kümenin kurtarıcısı, çilekeşi, yüzü gülmeyeni. Haksız yere düştüğü mahpuslarda bile herkesin yardımına yetişti. Ağzına kürekle vurma isteği uyandıran kardeşine gerçekten pata küte dalarak içimizin yağlarını eritti, Capheus’a bulaşan çeteye yaptığı katliamla da korkuttu. Sonunda en az Pikachu kadar sevimli, dedektif Mun ile birlikte olmasına çok memnunum. Kesinlikle mutlu sonu hak ettin güneşim, ayım, yıldızlarım.
Lito: Meksika televizyonlarının yıldızı, Hernando ve Daniela’nın yakışıklı prensi, hassas ve duygusal Lito’muz kümeye oyunculuk yeteneğiyle katkı sağlıyor. En ciddi anlarda girdiği kaprisleri, Sun’ın PMS’ini derinden hissetmesi ve üstün yalan söyleme becerisi güldürdü. Gay olduğunu kariyeri için gizleyen Lito’nun bir Queer olarak gelişimini izledik. Kendisine sahte kız arkadaş tutup onlarla poz veren Lito’dan, Onur Yürüyüşü’nde cesur bir konuşma yapan Lito’ya evrildi. Grubun her üyesiyle olan ilişkisini sevsem de Sun ve Wolfgang’la olanları daha bir güzeldi. Yakışıklı üniversite hocası Hernando’yla (Hernando’cum gözlüğünü bir düzeltir misin lütfen, hiç öylesine…) olan aşklarıyla ve Dani’yle olan dostluklarıyla diziye renk kattılar.
Wolfgang: En sevdiğim iki karakterden diğeri. İğrenç bir çocukluk geçiren, mafyalarla büyüyen ve başı beladan kurtulamayan bir diğer karakterimiz. Ekibin en ön sıradaki, en dişli fedailerinden olan Wolfgang da kümesinden birine gönlünü kaptırıyor. Kala ile olan atışmalı, tatlı aşkları gözü kara Alman karakterimiz Wolfgang’ın başka bir yönünü de görmemizi sağladı. Sevdiklerini korumak için her şeyi yapan, göze alan Wolfgang her türlü kilidi açabilme yeteneğiyle kalplerimizin kilidini de… tamam tamam sustum. İnsan aşık olunca böyle saçmayabiliyor kusura bakmayın. Dizinin en havalı sahnelerinin başrolü kendisine ait kesinlikle.
Kala: Yanık tenli Hintli güzelimiz Kala ise başlarda biraz pasif kalsa da sonradan açılıyor. Hindistan’ta ilaç firmasında çalışan bir eczacı olan Kala, şirketin CEO’sunun oğlu Rajan’la evleniyor. Rajan olmasa da olurdu bence ama neyse. Hindistan kültürü, dini fikir ayrılıkları sebepli çatışmalar, aşk/mantık evliliği gibi konular Kala ve Rajan ikilisinin üzerinden işleniyor. Zekası ve kimya bilgisiyle kümenin beyin takımında diyebiliriz. Finaldeki Rajan-Kala-Wolfgang üçlü ilişkisi ise benim şaşırdığım ve abartı bulduğum (yeni bir insan türünü değil bunu abartı buldum evet) bir konu.
Capheus: Namıdiğer Van Damn. Sezonlar arasında oyuncu değiştiren Kenyalı karakter ile ise Afrika kıtasına yakından bakma imkanı buluyoruz. AIDS’le savaşan annesine ilaç temin etmek için karanlık işlere bulaşmış bir iş insanı ile çalışmak zorunda kalan Capheus neşesi, hayata bakış açısı, mücadele gücüyle örnek bir karakter. İlk sezonda çizilen Capheus karakterini ikinci sezona göre daha çok sevmiştim. Politikaya girip bir şeyleri değiştirmeye çalışması takdir edilesi olsa da bana pek hitap etmedi.
Nomi: Nomi’ye hayat veren Jamie Clayton da Nomi gibi trans bir kadın. Bir blogger ve de hacker olarak tanıdığımız Nomi için de kümenin beyin takımının başında diyebiliriz. Wachowski’lerin söylemek istediği birçok şeyi Nomi üzerinden söylediklerini görüyoruz (dizinin başlangıç ve bitiş sahneleri de Nomi+Amanitaya ait). Sevgilisi Amanita ise en sevdiğim yan karakterlerden biri. Eyfel kulesindeki rüya gibi düğünleriyle mutlu sona ve özgürlüğe kavuşan bir çiftimiz kendileri.
Sense8 dizisi 13 farklı ülkede ve 16 şehirde çekilmiş. 8 farklı ülkede yaşayan ana karakterler sebebiyle, çekimlerin sonunda oyuncular ve tüm ekip toplam 100.000 uçuş milini tamamlamışlar. Bu uçuş süresiyle dünyayı 4 kez dolaşabilirmişiz.
Yapımcılar bölümleri çekecek yönetmenleri seçmek yerine, tek tek lokasyonlara göre yönetmen seçmişler. Wachowski kardeşler Chicago, San Francisco, Londra ve İzlanda’da geçen; James McTeigue Mexico City ve Mumbai’de geçen; Dan Glass Seul’de geçen tüm sahneleri yönetmiş. Cloud Atlas’ın Wachowskilerle birlikte yönetmenliğini üstlenen Tom Tykwer ise Berlin ve Nairobi’deki sahneleri yönetmiş.
Her bölümün adı, o bölümünde geçen repliklerden seçilmiş. Bu replikler genelde bölümün önemli sahnelerinden birinde bir karakter tarafından söyleniyor.
Birçok oyuncunun karakterleriyle gerçek benzerlikleri var. Örneğin, Sun’ı oynayan Doona Bae Seul’de; Wolfgang’ı oynayan Max Riemelt Doğu Almanya’da doğmuş. Jamie Clayton’ın da Nomi gibi trans bir kadın olduğunu söylemiştim yukarda.
Bir dedikodu vereyim laf arasında. Jamie Clayton ve Matrix’in Neo’su Keanu Reeves’ın bir dönem birlikte olduğu iddia edilmişti. Birlikte herhangi bir fotoğrafları falan yok ama iddia birçok kaynakta var.
Nomi’nin kolunun iç tarafında bulunan dövmesinde Antik Yunanca’da “kendini bil” yazıyor. Wachowskilerin The Matrix serisinde, Kahin’in mutfak girişinin üzerinde asılı yazıda da aynı anlama gelen Latince “Temet Nosce” yazıyor.
Sun Bak’ın sahte pasaportunda Sun’ı oynayan Doona’nın soyadı Bae yazılı.
Lito ve Wolfgang, 2. sezon itibariyle her bölümde görünmeyen tek duyusallar olmuşlar.
24. bölümde Wolfgang’ın kaçma girişiminde, normal boyutta bir klips olmasına rağmen tabancayı yeniden doldurmadan 24 kez ateş ediyor. 24. yani final bölümüne bir atıf olarak bilerek yapıldığı tahmin ediliyor.
2.sezon 6. Bölümde Lito (Miguel Ángel Silvestre), gerçekten 2.5 milyonu aşkın kişinin katıldığı Sao Paulo’daki dünyanın en büyük Onur Yürüşü’nün önemli sembollerinden olmuş.
Dizide ilk sezonda Capheus karakterini canlandıran Aml Ameen’in ikinci sezondaki ayrılık nedeni ile ilgili resmi bir açıklama yapılmadı. Bu ayrılığın nedeninin Aml Ameen ile Lana Wachowski ile yaşadığı bir takım anlaşmazlıklar olduğu konuşuluyor.
Tuppence Middleton (Riley Blue), Doona Bae (Sun) ve Kick Gurry (Puck) bir başka Wachowski projesi olan Jupiter Ascending’de sırasıyla Kalique, Razo ve Vladie rollerini üstlenmişler.
İkinci Sezonun beşinci bölümünde Nomi, Amanita ve Bug, “The Guy” olarak bilinen bir hacker ile tanışıyorlar. The Guy ortaya çıktığında, Anonymous hacker grubunun bir üyesi olduğunu gösteren Guy Fawkes maskesi taşıdığını görüyoruz. Aynı Guy Fawkes maskesi, Wachowskiler tarafından yazılan ve James McTeigue (yine Sense8’in yönetmenlerinden biri) tarafından yönetilen film olan V for Vendetta’daki “V” tarafından giyiliyor. Sahnenin sonuna doğru The Guy, “V” harfiyle başlayan birçok farklı kelimeyi kullanarak kısa bir monolog veriyor. Bu sahnenin aynı zamanda Roma rakamlarında “V” harfiyle gösterilen 5. bölümde olduğuna da dikkatinizi çekerim.
Netflix, final için iki saatlik özel bölümü duyurduktan kısa bir süre sonra, porno şirketi X-Hamster bunun yerine üçüncü sezonun tamamını finanse etmek için açık bir mektup teklif etti. Gerekçe olarak dizide bulunan ve çok konuşulan cinsellik sahnelerinin çeşitliliğini göstermişler. Ayrıca dizinin gidişatına ve hiçbir sahnesine karışmayacaklarını da belirtmişler. Netflix tarafından bu teklife herhangi bir yanıt verildiği bilinmiyor ama olumlu bir yanıt vermemişler demek ki çünkü 3. Sezon ortalarda yok.
Bu arada dizi hakkında okuduğum bir eleştiriyi de yazayım. Dizideki, dünyanın her yerinden gösterilen farklı karakterlerin ırkçı bir bakış açısıyla yazıldığını söyleyenler de var. 8 farklı yerden seçilen ana karakterlerin dünyanın nüfusuna ve ırk çeşitliliğine göre daha fazla beyaz olmayan karakter içermesi gerektiğini söylüyorlar. Ayrıca beyaz olmayan karakterlerin hikayeleri anlatılırken temelde, “beyaz olmayan” birinci dünya ülkelerine göre daha bağnaz bir imaj çiziliyor. Mesela Koreli Sun ataerkil bir baskı içinde yaşıyor, Kenyalı Capheus’un hikayesinde yoksulluk, AIDS, çete savaşları gibi konular merkezde, Hintli Kala ise sevgisiz evliliğin normal sayıldığı, cinselliğin tabu olduğu bir kültürde büyüyor. Bence fazla iyimser bir bakış açısıyla yapılmış bir eleştiri olmuş. Çünkü bu ülkelerde bu sorunlar gerçekten var ve bunları göstermek bence ırkçılık değil aksine bu konuya dikkat çekmesi açısından faydalı bile olabilir. Ama dedikleri gibi Will, Wolfgang, Nomi ve Riley diğerlerinden daha mı ön planda ve lider konumda evet orası öyle olmuş.
İlk sezonu zaman zaman yavaş aksa da, olayları kavramak biraz uzun sürse de kendisini izlettirdi. İkinci sezon ise karakterlere ısındığımız için ve başka kümelerle tanıştığımız için sürükleyici ve merak uyandırıcıydı. Keşke benim de bir clusterım olsaydı dedim izlerken. Ayrıca aynı kümede bulunan kişiler aslında hem kardeş gibiler hem değiller. Bu nedenle küme içindeki ilişkileri ensest olarak gören bazı kişilerin olması da güzel bir detaydı. Ve malum sahneler hakkında da bir şeyler söylemek istiyorum. Kimileri izlerken rahatsız olmuş, kimileri bu nedenle izlememiş, kimileri de izleyip eleştirmiş. Sürelerinin bu kadar uzun olmasına bence de gerek yoktu ama ben o kadar da takılmadım bu rönesans tablosu gibi olan sevişme sahnelerine. İzlemek istemiyorsanız çok basit bir yöntemi var aslında. İleri sar tuşuyla bu sahneleri geçebilirsiniz (vaov). Ha çok mu rahatsız olduğunuz? O zaman da hür iradenizle, para vererek satın aldığınız dijital platformun kontrolü sizin elinizde sonuçta, izlemezsiniz olur biter. Sırf bu sahneler yüzünden bu dizinin eleştirilmesini ve hatta belki de bu sebeple bitirilmiş olmasını saçma buluyorum. Herkesin hayatına kimse karışamaz diyor ve yazımı bitiyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
-SPOİLER GİDİYOR-
Netflix’in yayınlandığı zamanlarda en dikkat çeken bilim kurgu dizilerinden biri olan Sense8, özgün konusu ve verdiği evrensel mesajlarla benim oldukça sevdiğim bir dizi. Gizemli ve renkli bu bilim kurgu dizisine, önyargılarınızı bırakıp bir şans vermenizi tavsiye ederim.
“Hayat budur. Korku, öfke, arzu, aşk. Duyguları hissetmeyi bırakmak, onları hissetmeyi istemeyi bırakmak ölümü hissetmektir.”
Sun Bak, Sense8