DAHA
ADI : Daha
OYUNCULAR : Ahmet Mümtaz Taylan, Hayat Van Eck, Tuba Büyüküstün, Turgut Tuncalp, Tankut Yıldız
YAPIM YILI : 2017
TÜR : Dram, Suç
KİMLER İÇİN : Etkileyici bir insanlık dramı izlemek isteyen, yer altı edebiyatı okuyucularına ve gerçekçi yapımları seven dayanıklı kişilere önerilir.
PUANIM : 7.5/10
Bir İnsanlık Suçunun Çarpıcı Anlatımı: Daha
Yeraltı edebiyatının en etkileyici yazarlarından biri olan Hakan Günday’ın aynı isimli romanından senaryolaştırılan Daha’yı inceleyelim biraz. Hakan Günday okuyanlar bilir nasıl bir tarzı olduğunu. O kadar akıcı bir dili ve anlatımı vardır ki kitapları ne kadar iç karartıcı olursa olsun bir çırpıda bitiverir. Aslında Günday, hayatın acı ve korkunç gerçeklerini sarsıcı bir kurguyla anlatıyor romanlarında. Daha ise bunların en kan dondurucu olanlarından biri.
Onur Saylak’ın ilk yönetmenlik deneyimi Daha(bu kadar sert ve travmatik bir filmle başlangıç yapmak her baba yiğidin harcı değildir herhalde). Saylak’a Avustralyalı bir muhabir filmin neden bu kadar sert olduğunu sormuş (kendisinin ülkemizin gündeminden haberi olmadığı ne kadar belli). Saylak da filmin hangi kısmı için bunu söylediğini sormuş. Muhabirin cevabı “her şeyden önce bir baba kendi çocuğunu dövüyor” olmuş. Onur Saylak gülmüş tabi buna ve dünyanın bazı yerlerinde bunun maalesef sıradan bir olay olduğunu söylemiş.
Hakan Günday’ın senaryosuna Onur Saylak ve Doğu Yaşar Akal biraz ekleme ve çıkarma yapmışlar film için. Kitapta, filmde gösterilen mide kaldırıcı olayların katbekat fazlası var. Yani filmin bu halinin biraz yumuşatılmış olduğunu bilin diye diyorum. Yine de herkese hitap etmediğini söyleyeyim, biraz ağır ve etkileyici bir film. Kadrosunda ise Ahmet Mümtaz Taylan, Hayat Van Eck, Turgut Tuncalp, Tankut Yıldız ve Tuba Büyüküstün arz-ı endam ediyor.
Daha, insan kaçaklığı yaparak büyük paralar kazanan Ahad’ın (tersten okuyun bir) ve oğlu Gaza’nın, Kandalı isimli küçük sahil kasabasındaki hayatını anlatıyor bize. Tabi buna hayat denirse. Bu vatansız ve kimsesiz insanları Ahad tek başına taşımıyor, yardım alıyor. Güçlü sınır ötesi bağlantıları ve yardakçıları var. Dordor ve Harmin isimli iki kardeş kendi vatanlarından kaçmış/kaçmak zorunda kalmış bu insanları tekneyle ülkeden gönderme kısmında görevliler. Gaza ise henüz orta sonda okuyan bir çocuk. Annesini küçükken kaybetmiş ve o günden beri babasının parmaklıkları ardında yaşıyor. İşte bu birbirinden sorunlu baba-oğulu izliyoruz Daha’da.
Filmin kadrosu oluşturulurken en çok Gaza karakterine oyuncu seçmede zorlanmışlar. Kitapta anlatıldığı gibi birini bulmak zor olmuştur tabi. Hayat Van Eck’le çekimler başlamadan 3 gün önce tanışmışlar ve Onur Saylak, Hayat’tan çok memnun kalınca çekimler biraz daha geç başlamış. Filmin düzenlemesi ise 5 ay sürmüş. Şimdi biraz daha yakından inceleyeyim bu filmi. Daha da…
Spoiler, spoiler, spoiler
Öncelikle kitabını okuyanlar ve okumayanlar filmi başka başka değerlendirir onu söyleyeyim. Ben okuyan tarafta olduğum için film beklentimi tam olarak karşılayamadı. Kötü bir film değil kesinlikle ama köken aldığı kitabın ancak yarısını anlatmış ve o da tabi filmi daha da ağırlaştırmış. Yine de tekrar ediyorum başarılı bir Türk filmi olmuş her şeye rağmen.
İnsanın kullandığı ilk alet başka bir insandır diye başlıyoruz filmimize. Kısa bir özet gibi oluyor bu cümle bizim için. Çoluk çocuk, genç, yaşlı, farklı farklı ırka mensup mültecilerin yeni bir hayat umuduyla girdiği yolları, nelerle baş etmek zorunda kaldıklarını, bu yolda değerlerinin giderek nasıl düştüğünü çok güzel göstermiş Daha. Eğer kimliksiz ve devletsizsen insanların gözünde gerçekten bir hiç oluyorsun. Bunu kitabı okurken de filmi izlerken de iliklerime kadar hissettim. Günday’ın sarsıcı kalemi de sağolsun tabi.
Gelelim hikayemize, karakterlerimize. Ahad karakteri, izlerken herkesin yaka silktiği, daha ne kadar kötü olabilir diye düşündüğü biri. Ahmet Mümtaz Taylan bence bu role fazla akça pakça kalmış (biraz daha at hırsızı kılıklı bir Ahad görmeyi beklerdim). Alkolik, paranoid, hasta ruhlu biri Ahad. Taşıdığı insanları deposunda bir süre bakıp (sanki 5 yıldızlı otel konforu veriyor muamelesi yapıp) onları ülkeden gönderen kişi olunca, onlara her şeyi yapabileceğini düşünen bir psikopat. Kim bilir neler yapmış o insanlara özellikle kadınlara ki filmin başında “artık bıraktım o işleri” tarzı bir şey diyor.
İlk mülteci grubumuzda genç bir kadın ve oğlu Cuma’yı tanıyoruz. Gaza henüz burada işlerin o kadar içinde değil. Babası ne derse onu yapıyor. Kendisi de daha bir çocuk olan Gaza, gruptaki çocukları izliyor, onlarla oynuyor kendince. Cuma meraklı ve heyecanlı bir çocuk olduğundan Gaza’yla muhabbeti ilerletiyorlar. Cuma, Gaza’nın hayatını değiştiren ve onun ruhundaki kara deliği açan ilk kişi oluyor. Babasının kendine hakim olamayıp Cuma’nın annesine göz dikmesiyle işler karışıyor. Cuma’yı havalandırması kapalı bir kamyon kasasında sabaha kadar kilitli tutan Ahad, çocuğun ölümüne sebep oluyor. Gaza ömrü boyunca kendini bu nedenle suçlu hissediyor ve Cuma’yla kafasında konuşuyor sürekli. Küçük bir çocuğun bu olay sonucu yaşadığı travmayı hayal etmek bile benim kalbimi sıkıştırdı.
Ahad kendisinin de dediği gibi bu dünyada sadece kendisine ve paraya güvenen bir insan. Ama oğlunun onu bırakıp gitme düşüncesi bile onu çıldırtmaya yetiyor. Dediğim gibi psikopat biri, davranışlarında çok da anlam aramamak lazım. Gaza’yı korkuyla ve tehditle kendine iyice bağlıyor Ahad. Gaza ise dayaktan ve aşağılanmaktan başka bir şey görmemiş babasından. Ama gidecek bir yeri ve kimsesi olmadığı için O da kanıksamış bu durumu ve bir şekilde yaşayıp gidiyorlar birlikte. Gaza aynı zamanda oldukça zeki ve yaratıcı bir çocuk. İçinde taşıdığı büyük potansiyeli ise ilerde nefret ettiği babasından daha korkunç bir insan kaçakçısı olma yolunda harcayacak.
Aradan bir süre daha geçiyor ve yeni bir mülteci grubu geliyor Ahad’ın deposuna (bu depodaki sahnelerde fazlaca klostrofobik hissettim). Bu grup içinde diğer gruplardan farklı olarak “dünyanın en güzel kızı” var. Gaza için öyle en azından. Tuba Büyüküstün bu rolün güzellik kriterini karşılamış ama sanki Gaza yaşındaki biri daha uygun olurmuş gibi. Neyse, ismi Ahra olan bu kadına görür görmez vuruluyor Gaza. Sürekli onu düşünmesi, onun için yemekler pişirmesi, üşümesin diye ona örtü getirmesi gibi detaylar Gaza’nın hâlâ olayların iç yüzünü göremediğinin, kalbinin kararmadığının bir göstergesi. Yavaş yavaş birbirleriyle konuşmaya başlayan bu imkansız çiftin macerası ise çok kısa sürüyor.
Not: Kitapta Ahra hikayesi bambaşka, filmdekinden çok daha kara. Yine Gaza için önemli bir kırılma noktası tabi ama filmdeki gibi değil.
İnsan kaçaklığı öyle kolaymış (!) gibi gözükse de eğer doğru insanları “satın almazsanız” başınız derde girer tabi. İşte Ahad da bu nedenle bir polis dost edinmiş. Kasaba halkının sevdiği saydığı, düzgün aile babası görünümlü Yadigar’ı yani. Karşılıklı çıkarlarını gözeten bir ilişkileri var. Aslında burada karlı çıkan Ahad daha çok. Filmimizin başında da dendiği gibi başka insanları kullanarak işini hallediyor bir şekilde. İşte bu insanlardan biri de Ahra oluyor maalesef. Ahra’yla Yadigar’ı birlikte gören Gaza için ise ipin ucunun kaçtığı yer oluyor burası. Yaşadığı bu şokun ardından girdiği lise sınavını kazandığını ve gitmek istediğini söylüyor Gaza. Tansiyonun yüksek olduğu bir anda yaptığı bu çıkış Ahad’ın gözünün dönmesine ve okkalı bir dayak atmasına sebep oluyor. Ahra’nın da sınır ötesine gitmesiyle, buradan sonra Gaza’nın hayattan ve insanlıktan nasıl uzaklaştığını izlemeye başlıyoruz.
Dordor ve Harmin’le arası babasından daha iyi olan Gaza artık sık sık bu kardeşlere takılmaya başlıyor. Ahad bu ikiliyle bir tartışma yaşayınca tam da hak ettiği gibi bir sonla ayrılıyor bu dünyadan. Babasının mahvettiği psikolojisi ve parlak(!) zekası birleşince çok ürkütücü bir insana dönüşmeye başlıyor Gaza. Ve elinde babasından kalan çanta dolusu paralar+bir depo insan var. O mülteci grubu üzerinde deneyler yapmaya, onlarla sanki birer oyuncakmış gibi oynamaya başlıyor. Gaza onların Tanrısı, onlar da zavallı karıncalar sanki. Bu kan dondurucu sahneleri izliyoruz bir süre ve Gaza’yı tam bu noktada bırakıp filmi bitiyorlar (kitabında ise farklı bir son var).
Filmin fikrinin başarılı olduğu konusunda bence herkes hemfikirdir. Onur Saylak’ın ilk yönetmenliği olduğu için midir bilmem geçişler bana bazen ani bazen çok yavaş olmuş gibi geldi. Aslında şahit olduğumuz onca travmatik, sarsıcı olayları izleyiciye gayet güzel geçirmişler. O boğucu havayı film boyunca hissedebiliyoruz. Ama ben bazı sahneleri olduğundan daha kısa izlemeyi tercih ederdim bazılarını da daha uzun.
-Spoiler bitti-
Onur Saylak’ın Daha’dan sonraki projesinin Şahsiyet olduğunu düşününce aslında çok daha sağlam bir iş ortaya çıkabilirdi diye düşünmeden edemiyor insan. Her şeye rağmen film etkileyici mi evet, bize o çaresizliği hissettirdiği mi evet, iyi ki bu fikir Onur Saylak’la hayat bulmuş mu evet. Filmin devamı gelse eminim ilkinden birkaç gömlek üstün olur.
2017 yılında yayınlanan ve birçok festivalde gösterilen/ödüllendirilen bir film olan Daha’dan bahsettim kendimce. Gerçekçi ve acımasız bu hikayeye bir kulak verin derim ben. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
“Peki, bütün o insanların bir araya gelmesi için, ihtiyaç duyulan tek düşman kim miydi? Ne önemi vardı ki! Kimin umurundaydı! Hem savaşlarda, düşmanın adı olmazdı! Düşman, düşman olarak bilinirdi! Çünkü bir adı olduğu fark edilince bir insan olduğu da hatırlanabilir ve savaş artık o kadar da soğukkanlı geçmeyebilirdi! Tarih, savaştığı insanların, örgütlerin, ülkelerin adlarını bilmeyen askerlerle doluydu!“
Hakan Günday, Daha