BİR BAŞKADIR
ADI : Bir Başkadır
OYUNCULAR : Öykü Karayel, Fatih Artman, Funda Eryiğit, Defne Kayalar, Settar Tanrıöğen, Tülin Özen, Derya Karadaş, Bige Önal, Alican Yücesoy
YAPIM YILI : 2020
TÜR : Dram
KİMLER İÇİN : Yalın ve dramatik bir toplum gözlemi, gerçekçi hayat hikayeleri ve karakterleri izlemek isteyen kişilere kesinlikle önerilir.
PUANIM : 8.5/10
Hepimizden Sahici Bir Parça: Bir Başkadır
Sessiz sedasız yayınlanıp, ilk günden beri dillerden düşmeyen Bir Başkadır dizisi, Berkun Oya’nın önderliğinde çekilmiş en başarılı yapımlardan biri. Toplam 2 yıllık bir hazırlık süresinden sonra 2 ayda çekilmiş Bir Başkadır.
İstanbul’da yaşayan, birbiriyle hiç alakası yokmuş gibi görünen, esas olarak 4-5 kişinin gündelik hayatlarına konuk oluyoruz. Bu kişilerin ortak tanıdığı diyebileceğimiz Meryem, abisi, yengesi ve yeğenleriyle birlikte yaşayan, gündeliğe giden biraz safça bir genç kadın. Birkaç defa bayılması sonucu psikiyatriste yönlendirilen Meryem pek inanmayarak da olsa seanslarına başlıyor. Bu seanslarla birlikte psikiyatrist Peri’ye, Peri’den Gülbin’e, Gülbin’den Sinan’a uzanan birçok hayata dahil oluyoruz. Burada izlediğimiz evlerin, kişilerin gerçekçiliğine ve tanıdıklığına daha önce hiç olmadığımız bir şekilde şahit oluyoruz. Bu ailelerden mutlaka 1-2 tanesini tanıyorsunuzdur ya da o evlerden birine doğmuşsunuzdur. Biraz eksik biraz fazla ama tam olarak böyle.
Kadrosunda ise Öykü Karayel, Fatih Artman, Funda Eryiğit, Defne Kayalar, Tülin Özen, Settar Tanrıöğen, Alican Yücesoy, Bige Önal gibi sevdiğimiz ve tanıdığımız isimler var.
Beni etkileyen, kıran, sevindiren, güldüren kısımlarından bahsedeceğim biraz. İzlemeyeni kalmadı herhalde ama neyse hadi yine spoiler uyarımızı yapalım.
-Dikkat Spoiler-
Nasıl başladım nasıl bitirdim, ben hatırlamıyorum. Öyle aktı gitti ki. Uzun zamandır böyle bir dizi izlememiştim. Bundan sonra Netflix, Atiye, Hakan: Muhafız gibi Türk dizilerini yayınlarken iki-üç kez düşünmeli çünkü çıtayı baya yükseltti Bir Başkadır. Hepsinin türü, kulvarı farklı ne alaka demeyin oyunculukları kıyaslarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Bir Başkadır, Türkiye’de yaşamayanlara sıkıcı bile gelebilecek, ilk bakışta sıradan ve sade bir dizi gibi dursa da insanı içine çeken bir dizi. Berkun Oya öyle bir gözlemlemiş ki bizi, kopyalamış yapıştırmış.
Meryem’den başlayayım. Ben Meryem’i tanıyormuş gibi hissediyorum. Büyütülürken, sadece kadın olması bile ailesi tarafından bazı duygularının bastırılması için yeterli bir sebep. Her şeyini cami hocasına danışan muhafazakar bir abiyle yaşaması sebebiyle de bu gördüğü baskı halen devam ediyor. Çevresinde hep kendisi gibi insanlar var belli bir yaşa gelinceye kadar. E nerden bilsin başka bir hayatı başka insanları? İşte tüm bunların sonucunda Meryem olmuş zaten. Depresyonda olduğu için ruh misali takılan, ara ara intihara kalkışan bir yengeye, sürekli bağıran azarlayan bir abiye rağmen oldukça sağlam bir psikolojisi var Meryem’in. Evine gündelikçi olarak gittiği Sinan’a duygular beslemeye başlıyor. Kendisini rahatsız eden bu duygulara, ilişki fikrine, evliliğe karşı bir tepki veriyor vücudu; bu konuların geçtiği yerlerde bayılmaları başlıyor. Peri’ye sorduğu safça sorular (bu saflıkta biraz cahillik olsa da daha çok merak var), konuşmak istemediği konuları duymamış gibi yapması, abisine korka korka diklenmesi falan güldürdü. Başörtüsü sebebiyle Peri gibi insanlarca yargılanıyor Meryem. Ama kendisi de Melisa’ları, Gülbin’leri yargılıyor. Sinan’a toz kondurmazken, ona kekler börekler yaparken evinden çıkan kadınları böyle yargılaması da ne bileyim (ne kadar da gerçek değil mi?). Neyse bir çılgınlık yaparak hocasına terapiden bahsetmiyor çünkü ona iyi geliyor gerçekten. Sinan’dan da bir süre mecburen uzak kalınca, kendisini dinleyen, önemseyen tipsiz dediği Hilmi’ye yavaştan ısınıyor. Peri aslında çok güzel çözümlüyor Meryem’i. Hani diyordu ya aslında cin gibi kız diye öyle bir tarafı da var gerçekten. Sorguluyor da aslında bir şeyleri. Zeki ve güçlü bir kadın. Öykü Karayel, Meryem’i harika canlandırmış. Yani karakteri anladığı, çözdüğü o kadar belli ki.
Meryem’in sevdiği kişilere kıyma yapması peki? Sinan’a kıyma kavuruyor, çocuklara kıyma kavuruyor, Peri’ye kıymalı börek yapıyor. O tepsiye olan bakışı neydi öyle. İçim gitti…
Peri’ye ilk başta kendi dışında herkesi anlatması, gereksiz bir sürü detay vermesi de beni benden aldı. Terapi bizim hiç alışkın olmadığımız bir şey ya. Çoğumuz gitsek herhalde aynı şeyi sorabilir; ne konuda?
Peri hanıma gelirsek. İşte ne kadar Meryem gerçeği varsa Peri gerçeği de var bu ülkede. Ne kadar acayip bir ülkeyiz ya, insan hayret ediyor. Peri de bu bir acayip ülkede kendine yer edinemeyen, hiçbir yere sığamayan bir başka insan. Onun da yetiştirilme tarzı sebebiyle bazı çıkmazları var. Mesleği sebebiyle herkese önyargısız ve objektif yaklaşmak zorunda ama işte bu çıkmazlar yüzünden bunu yapamıyor. Bu nedenle kendi gibi düşündüğünden emin olduğu arkadaşı Gülbin’e gidiyor o da terapi için. Kibri, önyargısı ne kadar sinir bozucu olsa da yalnızlığı ve çaresizliği de üzücüydü. Dünyanın bir ucundaki şamanlarla bile Meryem’den daha fazla ortak noktası olduğuna inanıyor. Bu duygu ülkemizde özellikle bir kesim için oldukça tanıdık değil mi? Zamanla Peri de ömrünü böyle geçirmek istemediğini, bu sebeple daha fazla insanı hayatına alması gerektiğini fark ediyor. Peri’nin de hayatı beğenmediği Meryem’le birlikte değişiyor. Defne Kayalar saçı, makyajı, giyimi kuşamı, bakışlarıyla Peri olmanın hakkını vermiş.
Aile evindeki Halk TV ve Facebook detaylarına kahkaha attım.
Hazal konusunda neden o kadar sarsıldığını keşke öğrenebilseydik. Birkaç tahminim vardı ama ailesinin evinde çalışan biri olduğunu düşünmemiştim hiç. Umarım 2. Sezonu gelir de öğreniriz kimmiş Hazal.
Yasin karakterini azıcık sevdiysem sebebi Fatih Artman. Artman kesinlikle böyle tipleri harika oynuyor. Yasin’in, Meryem’e ve Ruhiye’ye olan agresif tavırları beni gerdi tabi. “Kafası gidik” Ruhiye birlikte kafayı yediler gözlerimiz önünde. Ruhiye’nin tecavüzcüsüne işlememiş adaleti kendi elleriyle işlemeye çalışmış Yasin. O nedenle kendince kapatmış o konuyu. Yasin gibi resmedilen bir karakterin Türkiye gerçekliğinde, Ruhiye’yi kalbin bakire olsun deyip kabul etmesi biraz zor ama. Burası her ne kadar dizinin gerçekçi tarafına uymuyor olsa da ben böyle olduğu için memnunum. Bunun dışında evin ekonomik sorumluluğunu sırtlandığı için istemediği bir işte çalışmak zorunda kalması ve bundan dolayı yaşadığı bunalımı, stresi de başarılı bir şekilde anlatmışlar. Hoca takıntısı olmasa aslında iyi biri de işte…
Tüm sahneler bir yana araba sahnesi için bile ödülleri ve övgüleri hak ediyor Fatih Artman.
Benim çok sevdiğim, beğendiğim Tülin Özen’in canlandırdığı Gülbin’e gelirsek. Türkiye gerçekliği olur da Kürt bir aile olmaz mı? İşte Gülbin bu Kürt ailenin ortanca çocuğu. Tülin Özen’in düzgün ve aksansız Türkçesi nedeniyle anlamadık tabi başlarda. Gülbin’in de dışarıdan bakınca iyi bir hayatı var gibi görünse de aslında onun da birçok derdi, olmamışlığı, mutsuzluğu olduğunu görüyoruz. Akşamları biraz kafa dağıtmak, biraz anlaşılmak amacıyla Sinan’a gidiyor ama tabi Sinan’ın nasıl biri olduğunu fark edince de hiç zorlamıyor. Serebral palsiye sahip bir kardeş, manyak bir ablaya rağmen Gülbin’in de çelik gibi sinirleri var. Kardeşi için elinden geleni yapmaya çalışırken ablasının ettiği laflar gerçekten yenilir yutulur türden değil. Maalesef Gülan da en gerçek karakterlerden biriydi. Herkesin hayatını zehir eden, bunun farkında olsa bile bunu yapmaya devam eden, kendinden ve çıkarlarından başka kimseyi düşünmeyen, kendinden farklı olan herkesi kınayan, acımasız bir insan. Umarım hayatımızda Gülan gibi insanlara hiç denk gelmeyiz. Uzun zamandır bir karakterden bu kadar nefret etmemiştim. Derya Karadaş o kadar iyi rol yapmış ki kendisinden bile soğudum.
Gülbin’in her şeye rağmen ablasından ufak bir onaylanma kırıntısı beklemesi ama tekrar ve tekrar hayal kırıklığına uğraması yürek parçaladı.
Öner Erkan’a diyecek söz bulamadım. Tek kelimeyle mükemmel bir oyunculuk sergilemiş.
Ruhiye’nin hikayesi ise ülkenin en berbat, en rezil gerçeklerinden biri olan tecavüzü içeriyor. Ona bunu yaşatan adamın öldüğünü sandığından beri içinden atamadığı hıncı, öfkesi, siniri yüzünden depresyona giriyor. O kadar ki, tek istediği o adamın mezarına gidip tükürmek. Ruhiye gibi ne kadar çok kadın vardır, düşüncesi bile yüreğimi sıkıştırıyor. Üstelik onların hayatında Yasin gibi biri de yoktur büyük ihtimalle. Her ne kadar zayıf ve güçsüz gibi görünse de tecavüzcüsüyle yüzleştiği sahnede aslında ne kadar dirayetli olduğunu görüyoruz. Bu hesaplaşmadan sonra yükü biraz hafifleyen Ruhiye’nin daha iyi olduğunu görünce herkesin daha iyi olması da gülümsetti. Yaş aldıkça güzelleşen Funda Eryiğit’in oyunculuğuna zaten hayrandım, yine bayıldım.
Hayrunnisa ise herkesin saygı duyduğu bir cami hocası olan Ali Sadi’nin kızı. Biraz baskıcı bir anne-babaya sahip her genç kız Hayrunnisa’yı anlayabilir. Gerçi Ali Sadi beklediğimizden çok daha anlayışlı (?) bir baba çıktı ya neyse. Zevklerini ve kendisini keşfetmeye başlıyor Hayrunnisa yavaş yavaş. Bar sahnesinden ve de atarlı, aktivist arkadaşı Burcu’yla olan ilişkisinden ben bir şey anlamadım. Keşke o kısmı, bu kadar belirsiz bırakmasalardı. Ali Sadi de yine fazlaca yumuşatılmış, törpülenmiş bir cami hocası olmuş. Bu kısımlar tepki almamak için mi yapılmış yoksa hür iradeyle mi böyle yapılmış bilemedim. Umarım Berkun Oya böyle yazmayı tercih ettiği için böyledir.
Hayrunnisa’nın annesini kaybettikten sonra odasına gelen kızlarla yaptığı sohbet çok rahatsız ediciydi. Cenaze evinde yemek verme geleneği neden hala bitmiyor?
Sinan hakkında yazacak çok fazla şey hem var hem yok gibi. Yani onu hakkında yazacak kadar kale aldığımdan emin değilim… Melisa, lafı gediğine oturtmak böyle bir şey tam olarak, helal olsun. Neyse Gülbin, Sinan hakkında söylenecek şeyleri bir güzel söyledi zaten. Ailesinden yeterince sevgi ve onaylanma görmemiş belli. Annesinin sürekli komşunun çocuğuyla (Ruşen amcanın oğlu Sedat kişisi) karşılaştırılan oğlu Sinan. Alican Yücesoy’un gül cemali hatırına bile çekilmedi Sinan.
Hilmi’nin kahvedeki sahnesinde aklıma direkt kahvede tartışan dayılar capsleri geldi. Meryem’e hissettiği duygular yüzünden o afallaması, şaşkınlığı, saçmalaması, ne yapacağını bilememesi komikti. Zaman zaman içimizi baysa da özgün evlilik teklifiyle sevdirdi kendini.
Yönetmen Berkun Oya’nın, İstanbul’da çekilen çoğu yapımdan farklı bir şekilde boğaz ve Ortaköy camii manzaraları değil, çarpık ve düzensiz şehirleşmeyi göstermesi de takdire şayan bir başka konuydu. Bölüm bitişlerini de nostaljik parçalarımızdan seçen Oya, yine bizi hassas karnımızdan vurdu kesinlikle.
Bölüm sonlarından gönül telimizi titreten Ferdi Özbeğen’in 1993’te çıkan “Bir Başkadır Ferdi Özbeğen” isimli derleme şarkılarından oluşturduğu bir albümü var.
Ferdi Özbeğen demişken. Özbeğen İzmir’de doğmuş, liseye kadar orada yaşamış. Daha sonra İstanbul’da İktisat Fakültesini kazanmış. Babasını kaybedince, ailesine bakmak için İzmir’e geri dönmüş ve müziğiyle para kazanmaya başlamış. Zamanla kendine has tarzıyla beğenilen ve sevilen Özbeğen’in eşcinsel olduğu düşünülüyor. 31 yaşındaki Hilmi Mutlu’yu evlat edinmesi (ne?!) ise bu düşünceyi destekliyor. Bu ikili, iddialara göre 1999 yılında birlikte yaşamak için böyle bir yol seçmişler. Tabi o zamanlar eşcinsel evliliğinin e’si yok dünyada. Bırakın insanlar istedikleriyle birlikte yaşasın efendim, sonra böyle değişik yollara başvuruyorlar işte…
2001 yılında yakalandığı prostat kanserine 2013 yılında yenilmiş Ferdi Özbeğen. Ve tüm malvarlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışlamış. Bu nedenle hayat arkadaşı Hilmi Mutlu Özbeğen, vasiyetin iptali için dava açmış. İşler biraz çirkinleşmiş sonradan.
Son zamanlarda benim en çok beğendiğim, sevdiğim dizi oldu Bir Başkadır. Bu kadar içten ve bizden bir yerden gelmesi ise sürpriz oldu. Meryem’i, Peri’yi, Gülbin’i, Yasin’i ben daha izlerdim ki. 20 bölüm olsa da izlerdim yani.
-Spoiler bittiiii-
Bitirdikten sonra Bir Başkadır isminin ne kadar doğru seçildiğini anlayacağınızı düşünüyorum. Uluslararası isim olarak da “Ethos” seçilmiş. Yunanca gelenek, görenek, örf, alışkanlık anlamına geliyormuş. Bir toplum veya kişinin sergilediği geleneksel duruş. Tek kelimeyle diziyi anlatıyor diyebiliriz.
8 bölümlük bu sade ama sahici diziyi izlemenizi, izlettirmenizi tavsiye ederim. İnsanın ana dilinde (zaman zaman konuşulanları anlamayıp altyazı açmış olsam da) böyle kaliteli bir iş izlemesi şahane bir duygu. Yaşayın sonuna kadar.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
“35 sene önce, gebe anamın karnına o tekmeyi kim attıysa, bugün de birileri atıyor o tekmeyi. Kim sürüklediyse buraya bizi, yerimizden yurdumuzdan edip, 35 sene önce. Atanın yüzü değişiyor, adı değişiyor ama birileri bir yerlerde yiyor o tekmeyi ve sen benim kardeşim, 35 sene önce o tekmeyi yiyen kadının evladı, o içerideki garibin kardeşi. Bugün kim atıyorsa o tekmeyi gidip, ayaklarının altını öpüyorsun. Görmüyor musun? Nasıl bu kadar sağır olabildin? Nasıl dönüştü benim kardeşim buna? Nasıl dönüştün? Görmüyor musun bizi nasıl birbirimize düşürdüklerini? Görmüyor musun?”
Gülbin, Bir Başkadır