JOKER
ADI : Joker
OYUNCULAR : Joaquin Phoenix, Frances Conroy, Zazzie Beets, Robert De Niro, Brett Cullen
YAPIM YILI : 2019
TÜR : Dram, Gerilim, Suç
KİMLER İÇİN : Suçlu psikolojilerine merak duyan, DC evrenine aşina, nefis oyunculuklara sahip bir gerilim filmi arayan kişilere şiddetle tavsiye edilir.
PUANIM : 8/10
Ürkütücü Bir Delilik Hâli: Joker
DC Comics evreninin en dikkat çeken ve sevilen kötü karakterlerinden biri olan Joker’in son orijin filminden bahsedeceğim size. Todd Philips’in Scott Silver ile birlikte yazdığı (çizgi roman hikayesinin üzerine), tek başına yönettiği 2019 yapımı Joker, oldukça ses getirmişti sinemalarda hatırlarsanız. Kadrosunda Joaquin Phoenix, Zazzie Beets, Frances Conroy, Robert De Niro ve Brett Cullen var.
Bildiğimiz Joker karakterine bambaşka bakmamızı sağlayan, onunla empati kurduran, Joaquin Phoenix ile olabilecek en gerçekçi haline bürünmüş bir hikaye izliyoruz. Film, annesiyle birlikte yaşayan, palyaçoluk yaparak para kazanan, patalojik bir gülme hastalığı olan Arthur Fleck’in zamanla Joker karakterine dönüşümünü anlatıyor. İçerdiği düşündürücü tespitleri, toplumsal eleştirileri, çarpıcı mesajlarıyla filmden etkilenmemek pek mümkün değil diyebilirim. O tanıdık Batman-Joker kavgası arayanları hüsrana uğratır ama. Bir psikolojik gerilim filmi olarak izlerseniz sizi tatmin eder diye düşünüyorum.
Oscar, Altın Küre, Bafta ve başka birçok mecrada en iyi erkek oyuncu ödülünü sonuna kadar hak ederek kazanan Joaquin Phoenix’i ne kadar övsem az kalır. Joker’i oynamanın en zor kısmının patolojik gülüşü olduğunu söylemiş Phoenix. Filmi izleyen herkesin kulaklarında bir süre yankılanan, ikonik Joker gülüşü için baya çalışmış Phoenix ve Todd Philips. Joker sevenler, Phoenix hayranları ve değerli Gotham halkı buradaysanız, gelin daha detaylı konuşalım Todd Philips’in Joker’ini.
SPOİLER
Filmi bu çılgın pandemi zamanlarında tekrar izleyince daha farklı etkiledi beni. İnsanların gerçekten çıldırdığını, her geçen gün kötüleştiğini, dünyaya geri dönülmez biçimde verdiğimiz zararları bir kez daha fark ettim. Dünya olmuş bir Gotham. Şu ana kadar nasıl bir Joker çıkmadı hâlâ, şaşkınım. Belki de çıkmıştır bilmiyoruzdur. Neyse, filme dönelim. Arthur’un tertemiz değil ortalığı kana bulayarak delirdiği konusunda hemfikirizdir. Hayatını palyaço olarak sergilediği gösterilerle kazanan Arthur, yaşlı ve mental+fiziksel olarak hasta olan annesiyle yaşıyor. Annesi, daha doğrusu üvey annesi uzun yıllardır şizofreni hastası ama Arthur bunu inkar ediyor. Hayatta onu sevdiğini düşündüğü tek kişiye inanmayı seçiyor. Çocukluğunda ise istismar, şiddet gibi acı olaylar yaşamış. Kimsesiz bir çocuğa, anne yerine koyduğu yabancı biri tarafından bunların yaşatılmasını hayal etmek bile ne kadar korkunç. İşte bu korkunçluğun bir çocuk üzerindeki travmasını izliyoruz aslında. Ve yaşama oldukça şansız başlayan bu çocuk, hayatı boyunca zorbalığa, şiddete ve sevgisizliğe sistematik olarak maruz kalmaya devam ediyor. Böyle bir insanın (elinde olmayan nedenlerden ötürü) bırakın başkalarını sevmeyi kendisini sevmesi bile oldukça zor. Sait Faik Abasıyanık’in iddia ettiği, bir insanı sevmekle başlayacak olan güzel olaylar silsilelisinin öznesinin, kişinin kendisi olduğu düşünenlerdenim. Bu nedenle Arthur’un birçok insana yaşattığı acıların kaynağının bu olduğuna inanıyorum. Mesela hayal dünyasında yarattığı, Sophie’yle olan ilişkisine bakalım. Yoğun zorbalığa uğradığı bir günün ardından Sophie’yle karşılaşması, başarısız ve beğenilmeyen bir stand-up şovu sırasında ve annesinin başında hastanedeyken Sophie’nin desteğini alması gibi detaylarla Arthur’un kendini sevme noksanlığını doldurmaya çalıştığını görebiliriz. Sophie orada sadece bir araç. Zaten gemileri yakmadan önce de bu gerçekle yüzleştiğini görüyoruz.
Annesinin dünyaya mutluluk ve neşe saçmak üzere geldiğine inandığı bu insanın, sinema tarihinin en ürpertici psikopat katillerinden biri olmasının başka nedenleri de var. Filmde birçok mesajın onlar üzerinden verildiği, Thomas Wayne’nin temsil ettiği zengin ve şımarık, “asil” beyaz ırkın baskın hakimiyeti var mesela. Kendi gibi olmayan herkesi hor gören, aşağılayan ve onlara canlarının istediği her şeyi yapma hakkı gören insanlar. Bu insanların iş, televizyon, reklam her türlü dünyaya hakim olduklarını görüyoruz. Arthur’un en haklı olduğu konulardan biri kesinlikle bu insanların zorba ve kaba davranışlarının yanlarına kâr kaldığı gerçeği. Küçük Batman’in yani Bruce Wayne’nin de bu ayrıcalıklı kesimin bir üyesi olduğunu da gösteriyor yönetmen Todd Philips. Joker’in Batman’e direkt değil de dolaylı yoldan zarar verdiği bir senaryo yazmış yani. Çok da güzel yapmış. Neyse, nöropsikiyatrik bir neden yüzünden gülüşünü kontrol edemeyen, olur olmadık yerlerde krizleri gelen Arthur da, bu insanların en çok uğraştığı kişilerden biri oluyor haliyle. Duygularını kontrol edemediği durumlarda tepkilerini gülerek vermesine neden oluyor bu hastalığı. Yine böyle bir durum yaşadığı sırada, metroda 3 kişinin sinir bozucu davranışlarına maruz kalıp hepsini öldürdüğü sahne ise kesinlikle en etkileyici sahnelerden biri. Bu cinayetlerin medyada yansıtılış şekilleri Arthur’da artık geri dönüşü olmayacak kırılmalara ve aydınlanmalara sebep oluyor. Üzerine annesinin hastaneye yatırılması, Arthur’a söylediği yalanları öğrenmesi, polis tarafından aranmaya başlanması ve en sonunda annesini öldürmesi ise zurnanın zırt dediği nokta. Artık gerçeklerin suratına tokat gibi çarptığı ve kendini iyice değersiz hissettiği yerde kaybedecek bir şeyi kalmıyor. Hiçbir şovunu kaçırmadığı komedyen Murray Franklin’in Arthur’u programına çağırması ise Franklin’in hayatının hatası oluyor. Yine Arthur’un en sarsıcı monologlarından birini izliyoruz burada. Phoenix ve De Niro’nun oyunculuk dersi verdikleri, nefes kesen bir sahne. Yaşadığı, seyrettiği, maruz kaldığı bütün bu dramatik olayların sonucunda Arthur’un, tam bir Joker olarak o şovdan çıktığını görüyoruz. Ortalığı birbirine karıştırmaya hazır, isyankar kesim için fitili yakan kişi oluyor Arthur. Gerçi oraları silik göstermeyi tercih etmişler. Ben de Joker gibi şaşırdım çünkü birden o kadar insanın palyaço maskeleriyle sokaklarda olduğunu görünce. O olayların çıkışını da ara ara izlemek isterdim. Tek derdi görülmek, duyulmak, ciddiye alınmak olan Arthur ise filmin sonunda istediğini alıyor. İyi, kibar, insanları güldürmeye çalışırken kimse tarafından iplenmeyen Arthur da o nefret ettiği kişilere benziyor artık. Şiddetle dikkat çeken, saygı duyulan biri oluyor.
46 yaşındaki Joaquin Phoenix, San Juan’da Porto Rico vatandaşı olarak doğmuş. 5 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu. Yoksulluk içinde bir çocukluk geçirmiş Phoenix ve kardeşleri.
Joaquin’nin abisi 90’lı yıllarda oyunculuk kariyerine başlayan River Phoenix’miş. River 6 yaşındayken, kız kardeşi Rain ile birlikte o zamanlar yaşadıkları Venzeula’da, sokakta gitar çalarak para kazanmaya çalışıyorlarmış. Amerika’ya taşındıklarında da babaları sağlık sorunu nedeniyle çalışamaz hale gelince, para kazanmak için başka işler denemeye başlamışlar.
1979’da seçmelere katılmaya başlamış River Phoenix ve 1980’de kardeşiyle birlikle şarkı söyledikleri ‘Real Kids’ isimli TV şovuna kabul edilmişler. Program pek kaliteli değilmiş ama River’a bazı kapıları açmış. Bu şovdan sonra birçok dizide ufak tefek roller almaya başlamış. Bunlarla ünü artmış River’ın ve Dark Blood filminde bir rol kapmış. Gönülsüz bir şekilde, ailesinin geçimini sağlamak için mecburen oynamak zorunda kalmış Dark Blood isimli filmde.
Yukarda bahsettiğim Dark Blood filminin setinden çıkıp Joker’imiz Joaquin, kız kardeşi Rain ve sevgilisi Samantha Mantis ise birlikte bir bara gitmişler. Gittikleri barın sahibi Johnny Depp’miş (Johnny’nin konuyla pek ilgisi yok, öylesine verdim bu bilgiyi). O gece barda Red Hot Chili Peppers grubunun basçısı Michael Peter Balzary ile River birlikte şarkılar çalacaklarmış ama oradaki diğer sanatçılar River’ı istememiş. River bu olaydan sonra o gece, uzun zamandır bırakmaya çalıştığı uyuşturucuların kollarına bırakmış kendini. Tuvalette onu bulan Joaquin ve Rain’in çabaları sonuç vermemiş ve River o gece, orada aşırı dozdan, 23 yaşında hayatını kaybetmiş.
Joaquin abisinin ölümünden oldukça etkilenmiş. “Bir gün öyle bir filmde oynayacaksın ki benden daha çok tanınacaksın” dediği abisinin (o film Joker oldu sanırım), kendisine rehberlik ettiğini söylüyor. Nişanlısı Rooney Mara ile Joaquin’in, Eylül 2020’de bir oğlan çocukları oldu. Çift çocuklarına Joaquin’in abisi River’in adını verdiler.
Phoenix film için doktor kontrolünde 24 kilo vermiş. Rolü kabul ederken 52 kilo vermeyi de kabul etmiş aslında ama Todd Philips insafa gelmiş herhalde. Bu kadar kiloyu kısa bir sürede verince zaten delirmeye başladığını söylemiş. Ama bu verdiği kilolar sebebiyle de çok daha rahat hareket edebildiğini eklemiş. Zaten dikkat ederseniz filmde de bunu çok cömertçe kullanıyor. Joker’in karakterinin bir parçası haline geldiğini söylüyor bu oynak hareketlerinin. Film çekimlerinden sonra ise 11 kilo almış. Sibel Can mısın be adam?
Joker filminin Avengers filmleri gibi bir kahraman filmi olmadığını, Joker’deki şiddetin daha içgüdüsel ve ham olduğunu düşünüyor Phoenix. Kurgu da olsa, filmdeki bu gerçeklik hissini sevdiğini ve rolü hiç tereddüt etmeden kabul ettiğini söylemiş. Ayrıca daha film yayınlanmadan Joker’in Joker olmasındaki motivasyon kaynağı hakkında birden fazla doğru cevap olabileceğini söylemiş. Kendisinin de bir fikri varmış bu konuda ama insanları etkilemek için söylememiş. Bu belirsizlik de onun rolü kabul etmesinde önemli bir etkenmiş. Bu düşüncesine katılıyorum. Benim de fikirlerim var bu konuda sevgili Joaquin; mesela çocukluk travmaları, maruz kaldığı zorbalıklar, annesinin ona yıllarca yalan söylemesi vs daha da sayabilirim.
Arthur’un bir metroda cinayet işledikten sonra banyoda geçen bir sahnesi var. Burada aslında Arthur sadece silahı saklayıp, makyajını silip çıkıyormuş. Ama Joaquin ve Todd bu sahneyi çekerken doğaçlama yapmışlar. Todd, Hildur Guonadottir’in film için bestelediği müziklerden birini açmış ve Joaquin dans etmeye başlamış. Böylelikle ortaya o nefis sahne çıkmış.
Joaquin’nin dudağının üstündeki yara belki dikkatinizi çekmiştir. O da gerçek. Doğuştan gelen bir izmiş bu.
Todd Philips’in New York Times’a verdiği bir röportajda Phoenix için bazı şeyler söylemiş onları da yazayım. Phoenix’in, Joker’i canlandırırken var olan anksiyetesi oldukça artmış. Belki de bu nedenle sette zaman zaman soğukkanlılığını kaybettiği oluyormuş. Bazen setten aniden çıkıp gidiyormuş, biraz hava alıp geri geliyormuş. Rol arkadaşlarının Phoenix hakkında “şimdi bırakıp gidecek ve geri gelmeyecek” diye düşündüğü anlar bile olmuş. Ama o her zaman geri dönüp sahnesini tamamlamış.
Joaquin, Robert De Niro’nun çok büyük bir hayranı olmasına rağmen sette çok az konuşmuşlar. Phoenix, rolüne öyle bir yoğunlaşmış ki gözü De Niro’yu görmemiş. Karakterleri arasındaki mesafeyi de korumuşlar böylece.
Arthur’un muzdarip olduğu rahatsızlık gerçekten var. Bu nörolojik hastalığa sahip kişiler yoğun yaşadıkları herhangi bir duyguyu normal bir şekilde değil de gülerek dışa vurabiliyorlar. Buna psödobulbar etki ya da duygu kontrolsüzlüğü deniyor. Phoenix rol için bu insanların videolarını izlemiş, onlarla bu hastalık hakkında konuşmuş.
Joker’in gülüşünü Todd Phillips 3’e ayırmış: Acı kahkaha, sıradan kahkaha ve otantik neşe kahkahası. Philips ayrıca Joaquin Phoenix’e bu kahkalarının hepsinin neredeyse acı verici olduğunu özellikle belirtmiş.
Joker’in Joker olduğunu hissettiğimiz bazı anlar var filmde. Mesela Arthur çelimsiz ve zayıf biri gibi görünse de aslında şaşırtıcı derecede güçlü. Çizgi romanlarda da gösterilen bu aşırı güç kullanımını filmde de görüyoruz. Wayne malikanesini ziyaret ettiğinde Alfred Pennyworth’u tam anlamıyla boğazından tutup kapıya yapıştırıyor, evinde Randall’ı yine beklenmedik bir şekilde alt ediyor.
Arthur’un palyaço makyajının filmin ilerleyişiyle birlikte git gide canlılığını kaybettiğini görüyoruz. Bu eskitmeyi Arthur’un ruh halini yansıtması için bilerek yapmışlar.
Filmde Arthur’un “Küçük bir çocukken insanlara komedyen olacağımı söylediğimde herkes bana güldü. Artık kimse gülmüyor.” şakası İngiliz komedyen ve aktör Bob Monkhouse’ın şakasıymış. İlginç bir şekilde Bob Monkhouse’ın da Arthur gibi şakalarını yazdığı yüzlerce defteri varmış.
Filmin yapımcılar Joker’in orijin hikayesini yazarken Alan Moore’ın Batman:The Killing Joke çizgi romanının yanı sıra Taxi Driver (1976), Raging Bull (1980), The King of Comedy (1982) filmlerinden de esinlendiklerini söylemişler.
Ünlü bir nörokriminolog olan Adrien Raine, Vanity Fair’e bir röportaj vermiş. Filmin bir suçlunun psikolojisini bu kadar özgün bir şekilde tasvir etmesine şaşırdığını söylemiş. 42 yıldır suç ve şiddetin nedenlerini araştıran Raine, bu filmi izlerken bir katilin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili eğitici bir araç diye düşünmüş ve Joker’ı verdiği derslerin bir parçası yapmış. Arthur Fleck’in de şizotipal kişilik bozukluğu olduğu düşünüyormuş.
Orijinal senaryo sızdırılmış aslında. Ve bu orijinal senaryonun filmden farklı bir sonu varmış. Bu sonda, Arthur, Murray’i öldürdükten sonra isyan başlıyor ve isyancılar Wayne Malikanesi’ne giriyorlarmış. Thomas ve Martha Wayne’i evden çıkarıp orada infaz ediyorlarmış. Bruce ise bu sırada saklanıyormuş ve Alfred tarafından ertesi gün bulunuyormuş. Arthur da Wayne’lerin cenaze günlerine kadar kaçmayı başarıp, cenazede ortaya çıkıyormuş. Daha sonra polislerden kaçarken bir araba çarpıyormuş ve yakalanıyormuş böylelikle.
Filmin kasvetli, karanlık havası insanı zaman zaman boğazlasa da oyunculuklarla, Joker konseptiyle ve sürükleyici kurgusuyla izletiyor kendini. Aslında ne olacağını biliyorsunuz, tahmin edebiliyorsunuz, sonuçta 100 yıllık bir karakterden bahsediyoruz ama yine de onu Joaquin’le görmek istiyorsunuz. Vasat bir oyuncuyla kötü bile sayılabilecek bir filmi bu kadar özel kılan şey bence yoğun olarak hissettirdiği gergin hava ve Joaquin’in tek kişilik dev gösterisi. Zaten Joaquin de bu başarısının karşılığını aldı bu sebeple mutluyum.
Fox’un 2016 yapımı, +18 Deadpool’uyla süper kahraman filmlerinin o toz pembe, Amerikan rüyası kahramanı havasından çıkabildiğini de gördük. Ve bu konsept tutunca artık daha fazla karanlık, yetişkin kahraman filmlerinin çekilmesi öngörülmüştü. Tüm zamanların en yüksek hasılatlarından birine sahip DC’nin ilk +18 filmi Joker de işte yoldan yürüdü gitti. Gerilim, dram, suç türündeki bu farklı Joker hikayesini hala izlemediyseniz öncelikle bu azminiz için tebrik ederim. Ama artık bu inadınızdan vazgeçip izlemenizi de tavsiye ederim. Okuduğunuz için de teşekkür ederim.
“Hayatım boyunca varlığımdan emin değildim. Ama varım ve insanlar sonunda fark etmeye başladılar.”
Arthur Fleck, Joker